Müzik Nedir? (Müzik Estetiği) Müzik
Müzik Estetiği
BETİMLEYİCİ-ELEŞTİREL BİR HAZIRLIK
Tek
başına hiçbir sanat tarzı, hiçbir yer ve zamanda var olmuş değildir.
Varsayalım, oynak bir türkü söylüyorsunuz. Ama bu sırada vücudunuzu
veya onun bir bölümünü oynatmayacaksınız, yani dans etmeyeceksiniz.
Olur şey değil! Şiirin, geniş anlamıyla söz sanatının, dansın ve
müziğin birliğini en eski Çin Şiir Klasiği (Şicing) şöyle dile getirir:
"Sevinçte insan sözler söyler. Bu sözler yeterli olmadığı için o,
onları uzatır. Böyle uzatılmış sözcükler yeterli olmadığı için o,
onları modüle eder. Modüle edilmiş sözcükler de yeterli olmadığı için,
elleri tamamen bilinçsiz hareket eder ve ayakları sıçrar."1 Biçim-
leyici (plastik) sanatlarda da durum benzerdir: Boya ile bir yüzeyi
resimleyen elin balçıktan heykelcikler yapmaya varması aynı yol
üzerindedir. Sanatın birliğinden öteden beri söz edilmiştir. Tek tek
sanat tarzlarının kendi çeşitliliğinde oluşturduğu bu birliğin adına
"sanat" denir. Buna göre, müzik sanatım kendisine konu edinen bir müzik
estetiği ya da felsefesi de genellikle estetik ya da sanat felsefesi
içinde yer alacaktır. Bu da müziğin felsefi ele alınışının diğer sanat
biçimlerinin ele alınışlarıyla bağıntı içinde olacağı anlamına gelir.
Eldeki
yazı, müzik estetiği hakkında ortaya çıkmış temel görüşleri, onla ' rın
başlıca temsilcilerinin düşünceleriyle başlangıçtan günümüze
zamandizinsel bir sıraya göre ana çizgilerinde vermek ereğindedir.
Eleştirel bir tarzda betimlenecek olan bu görüşler, aynı zamanda
kendilerinden devşireceğimiz düşünceleri ortaya koymada zemin
oluşturacaktır.
MÜZİK NEDİR?
Müzik
estetiğine ilişkin görüşler, "Müzik nedir?" sorusu karşısında alınan
tavırlarda soruya verilen yanıtlardan oluşur. Müzik üstüne ilk
düşünceleri, yaklaşık aynı zamanlarda biri eski Yunan'da, diğeri eski
Çin'de yaşamış olan Pythagoras (İÖ 580-500) ile Konfüçyüs (İÖ
551-478)'de, daha doğru bir deyişle, Pythagorasçılarda ve
Konfüçyüsçülerde buluyoruz. Bu düşüncelerde ortak olan yön, her iki
görüşün de müziği, birbirine koşut olarak varlık- bilimsel ve
insanbilimsel tarzda ele almış olmaları yanında, daha sonraki
yüzyıllarda müzik felsefesinde belki de en etkin ve yaygın bir anlayış
olarak görülecek olan "duyusal-etki öğretisini" benimsemiş olmasıdır.
Aşağıda uzun uzadıya ele alacağımız bu öğretiyi şimdilik, müziğin
dinleyicide uyandırdığı etki, uyarım, izlenim, duygulanımla açıklanması
olarak dile getirmekle yetiniyoruz.
KONFÜÇYÜS
Konfüçyüs
felsefesine ilişkin metinlerde "müzik tonların bir verimi" diye
tanımlanır. Ton da şöyle belirlenir: "Duygular içten geldiği zaman ses
halinde kendilerini gösterirler. Bu seslerin bir sıra halinde
konulmasına ton denir." Müziğin varlıkbilimsel özyapısı da şu sözlerle
dile gelir: "Müzik, gök ve toprak arasında bir ahenktir. (...) Müzik
gökten meydana gelir." Bu varlıkbilimsel belirleme, antropolojik bir
özellik kazanır; insanla varlık arasın- da müzik yoluyla bağ kurulur:
"[Müzik], insan tabiatını uygun bir hale getiren bir unsurdur."Tonların
etik bir etkisi vardır. Ahenkle oluşturulan müzik iyi ruhları yönetir,
insanı etkileyen fena tonlar bozuk bir hava yaratır. "İyi tonlar insana
tesir eder ve iyi bir hava yaratır." Müziğin etkisi yalnızca tek tek
insanlarla sınırlı kalmaz, bütün toplumu, hükümetin yönetimini, tüm
ülkeyi, ülkedeki işleri de kapsar. Müzik bozulursa, tüm bu şeylerde
bozukluk meydana gelir.
PYTHAGORAS
Pythagoras
felsefesinde, matematiğin ilkeleri olan sayılar, aynı zamanda varlığın
da ilkeleridir. Sayı varlıksal bir özyapıdadır. Tüm doğada ilk olan şey
sayılardır. Sayılarda armoni özellikleri ve bağıntıları bulunur. Evren
armoni ve sayıdır. Evren, kendisinde egemen olan düzen ve uyum
nedeniyle bir "kosmos" (düzen, tüm-dünya düzeni) olarak adlandırılır.
Hareket eden gök cisimleri belirli aralıklarla ses çıkarırlar.
Aristoteles, Pythagorasçıları kastederek şunları bildiriyor: "Birtakım
kimselere göre bu kadar büyük cisimler hareket ederken ses çıkması
gerekir, zira yığınca denk olmadıkları ne de o hızla yol almadıkları
halde bizim dünyamızdaki cisimlerde de bu görülüyor. (...) Bunları ve
bir de (ayrı ayrı) aralıklara dayanan hızların musikice nispetleri
olduğunu kabullendiklerinden yıldızların çepeçevre dönmelerinden doğan
sesin harmonialı olduğunu söylüyorlar. - (Pythagorasçılara göre) bütün
kosmos'a harmonia, guarte (3:4 oranı), quinte (2:3 oranı), oktave ( 1:2
oranı) hükmeder."Pythagoras müzikteki uyumun tamamiyle sayıya
dayandığını, tellerin ya da borunun uzunluğu ile onlardan çıkan ses
perdeleri arasında matematik bir bağıntının olduğunu bulgulayarak öne
sürer. Bu buluşunu o, yıldızlar, güneş ve ay gibi gök cisimlerinin
yeryüzüne uzaklığına da uygulayarak evrenin uyumlu sesler veren bir
birlik oluşturduğu kanısına varır. Kozmik hareketin bu dönüşüne insan
ruhu da uyar. Bunu Pythagoras insanın hiç şaşmayan bir yasaya uyarak
çeşitli insan ve hayvan biçimlerine ebedi dönüşü olarak anladığı
ruh-göçü öğretisiyle dile getirir. Böylece evren ve insan aynı bakış
açısından, aynı ezeli-ebedi yasaya uyarak kavranmış olur. Ayrıca
Pythagorasçılar, müzikteki ahengin etkilerini de sayıya da-
yandırıyordu. Yerinde kullanıldığı takdirde müziğin sağlığa büyük
yardımı olacağını kabul ediyorlardı. Vücudun temizlenmesi için nasıl
hekimlik sanatı araç ise, ruhun temizlenmesi için de müzik araçtır.
KLASİK YUNAN
Konfüçyüsçülerde
ve Pythagorasçılarda gördüğümüz müziğin bir etki öğretisi olduğu
anlayışı, daha sonra Platon'da ve Aristoteles'te sürerek klasik Yunan
müzik kuramını oluşturur. Bu kuramın çekirdeğini oluşturan bu ethos
(ahlâk) öğretisinin, başka bir deyimle, duyusal etki öğretisinin temel
düşüncesi şudur: Seslerin hareketi ile insan ruhunun hareketlerini,
gizemli bir benzerlik bağıntısından ötürü birbirine bağlayan müzik, ruh
hareketlerini, tutkuları, sevinci ve hüznü yalnızca yansıtmaya değil,
aynı zamanda dinleyicide doğrudan doğruya yeniden meydana getirmeye
yetilidir. Ancak, dinleyicinin ruh yaşamı müzik yoluyla etkilenirse,
böylece bu sanat gizemli bir gücü de ele geçirmiş olur. O, yanlış
kullanılırsa, kötü sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle Platon (İÖ
428/7-348/7), tasarladığı ideal devletinde müziğin yeri üzerinde önemle
durur. Ona göre, devletin en yüksek ödevi, yurttaşlarını erdeme uygun
tarzda eğitmek, yetiştirmektir. O halde sorulur: "Şimdi bu yetiştirme
nasıl olacak?"Yanıt açıktır: "Beden için idman, ruh için müzik"ten
başka yol yoktur. Platon müzik eğitimine söz sanatlarını da dahil eder.
Müzik ile sözün birlikte ele alınışı, sonraki yüzyıllarda da süregelir.
Platon'a göre, "melodi üç şeyin karışımıdır: söz, makam, ritim."1 Söz
konusunda ağlamalara, vahlanmalara yer verilmez. Makam ve ritimin de
sözlere uyması gerekir. Hüzünlü sözlere uyan karışık Lydia, uzun Lydia
ve benzerleri, gevşek olan çözük denilen Ionia ve Lydia makamları
yurttaşları gevşek, sarhoş, tembel yapacağından devlete
sokulmayacaktır. Kabul gören makamlar ise, biri savaş, diğeri barış
zamanındaki yaşama uygun biri sert, diğeri yumuşak iki makamdır. Sazlar
da buna göre seçilir. Her türlü makamı çala- bilen telli sazlara izin
verilmez. Yalnızca lyra, kithara bir de kırlarda çobanların çaldığı
kavala bu devlette yer vardır. Ritmler de aynı ölçüye göre
değerlendirilir. Değişik, çok çeşitli ritimler istenmez; "hem yiğitçe
hem de ölçülü bir hayata uygun olanları" benimsenir. Bütün bunlardan
amaç, müzik eğitimi sayesinde yurttaşların iyi bir insan olarak
yetiştirilmesidir.ll Görül- düğü gibi Platon'da sanat ve müzik, tamamen
insanda bıraktığı duyusal etkiye göre etik açıdan değerlendirilir,
estetik kaygılar gözardı edilir.
Aristoteles
(İÖ 384-322) de sanatı ve müziği aynı açıdan görür. Onun, müzik ve
trajedi yoluyla dinleyicinin ruhunun kötü duygulardan temizlenmesi diye
tanımlayabileceğimiz katharsis (temizlenme, arınma) öğretisinde temel
kaygı etiktir: "Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku
duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir." İzleyici, sahnede
canlandırılan bu tür duygular veren olaylarla özdeşleşmek suretiyle,
kendi içinde bulunan aynı tarz duygular dışarı çıkar, böylece onlardan
kurtulmuş olur. Aristoteles, müziği tragedyanın önemli bir öğesi olarak
görür. Başka bir yerde de o, müziğin ruh eğitiminde, hoş vakit
geçirmede, tinsel tat almada oynadığı rol üzerinde durur. Ritim ve
melodilerle çeşitli ruh hallerinin yansıtıldığını söyler. Bunların
dinleyicide duygusal bir değişiklik meydana getirdiğini dile getirmekle
Aristoteles, müziğin duyusal etki öğretisini benimser.
Ton
tarzlarının ve cinslerinin etik öğretisinin geç Yunan müzik kuramında
daha sonraki gelişimi de aynıdır. Bu durum, etiğinin dinsel-mistik
genel gelişim yolunda geç antik ve erken Hıristiyan döneme uygun düşer.
Ne ki müzik, erken ortaçağda etiğin hizmetinde olmak yerine dinin
hizmetinde rol almakla ancilla ecclesiae (kilisenin uşağı) damgasını
alır. Anımsanmalıdır ki, tüm ortaçağ boyunca, dinsel dogmaların akılla
kanıtlanması ödevini üstlenen felsefe de ancilla theologiae (ilâhiyatin
uşağı) diye adlandırılır. Müzik Yunan'da etiğin hizmetinde iken
ortaçağda dinin hizmetine girer.
Cicero'nun
bir çağdaşı olan Philodemus (İÖ 110-40) ve daha sonra ünlü septik
Sextus Empiricus (İS 200-250), Pythagorasçı, Platoncu, Aristotelesçi ve
Stoacı öğretilere karşı yıkıcı bir eleştiriye yöneldiler; seslerin
hareketleri ile ruhun hareketleri arasında içsel bir bağıntının
bulunduğu biçimindeki duyusal etki öğretisinin temel görüşünün yalnızca
bir kanı (doxa) olduğunu söylediler. Onlara göre, tonlar, kendi
başlarına ıuhun hareketlerini tek yönlü olarak meydana getirmeye veya
yeniden yansıtmaya yetili değillerdir. Müzik, tonların bir oyunundan
başka bir şey değildir. Tonlar ve ton kombinasyonları, işitmenin
dolaysız tat alımından başka bir ereğe sahip değildir. Bu kuramın
izleri, modern felsefede Kant'ın müzik estetiğinde görülür. Müzik
estetiği hakkında septiklerin önemi, onların duyusal etki öğretisinin
olumsuz bir eleştirisini vermelerindedir. Onların bu oyun kuramının
olumlu ilk adımları, biçimselci bir müzik estetiğinden henüz uzaktır.
Kendi başına ne antik duyusal etki öğretisi henüz bir içerik
estetiğidir ne de septiklerin oyun öğretisi bir biçimsel estetiktir.
Ömer Naci Soykan
Cogito
Müzik Estetiği
BETİMLEYİCİ-ELEŞTİREL BİR HAZIRLIK
Tek
başına hiçbir sanat tarzı, hiçbir yer ve zamanda var olmuş değildir.
Varsayalım, oynak bir türkü söylüyorsunuz. Ama bu sırada vücudunuzu
veya onun bir bölümünü oynatmayacaksınız, yani dans etmeyeceksiniz.
Olur şey değil! Şiirin, geniş anlamıyla söz sanatının, dansın ve
müziğin birliğini en eski Çin Şiir Klasiği (Şicing) şöyle dile getirir:
"Sevinçte insan sözler söyler. Bu sözler yeterli olmadığı için o,
onları uzatır. Böyle uzatılmış sözcükler yeterli olmadığı için o,
onları modüle eder. Modüle edilmiş sözcükler de yeterli olmadığı için,
elleri tamamen bilinçsiz hareket eder ve ayakları sıçrar."1 Biçim-
leyici (plastik) sanatlarda da durum benzerdir: Boya ile bir yüzeyi
resimleyen elin balçıktan heykelcikler yapmaya varması aynı yol
üzerindedir. Sanatın birliğinden öteden beri söz edilmiştir. Tek tek
sanat tarzlarının kendi çeşitliliğinde oluşturduğu bu birliğin adına
"sanat" denir. Buna göre, müzik sanatım kendisine konu edinen bir müzik
estetiği ya da felsefesi de genellikle estetik ya da sanat felsefesi
içinde yer alacaktır. Bu da müziğin felsefi ele alınışının diğer sanat
biçimlerinin ele alınışlarıyla bağıntı içinde olacağı anlamına gelir.
Eldeki
yazı, müzik estetiği hakkında ortaya çıkmış temel görüşleri, onla ' rın
başlıca temsilcilerinin düşünceleriyle başlangıçtan günümüze
zamandizinsel bir sıraya göre ana çizgilerinde vermek ereğindedir.
Eleştirel bir tarzda betimlenecek olan bu görüşler, aynı zamanda
kendilerinden devşireceğimiz düşünceleri ortaya koymada zemin
oluşturacaktır.
MÜZİK NEDİR?
Müzik
estetiğine ilişkin görüşler, "Müzik nedir?" sorusu karşısında alınan
tavırlarda soruya verilen yanıtlardan oluşur. Müzik üstüne ilk
düşünceleri, yaklaşık aynı zamanlarda biri eski Yunan'da, diğeri eski
Çin'de yaşamış olan Pythagoras (İÖ 580-500) ile Konfüçyüs (İÖ
551-478)'de, daha doğru bir deyişle, Pythagorasçılarda ve
Konfüçyüsçülerde buluyoruz. Bu düşüncelerde ortak olan yön, her iki
görüşün de müziği, birbirine koşut olarak varlık- bilimsel ve
insanbilimsel tarzda ele almış olmaları yanında, daha sonraki
yüzyıllarda müzik felsefesinde belki de en etkin ve yaygın bir anlayış
olarak görülecek olan "duyusal-etki öğretisini" benimsemiş olmasıdır.
Aşağıda uzun uzadıya ele alacağımız bu öğretiyi şimdilik, müziğin
dinleyicide uyandırdığı etki, uyarım, izlenim, duygulanımla açıklanması
olarak dile getirmekle yetiniyoruz.
KONFÜÇYÜS
Konfüçyüs
felsefesine ilişkin metinlerde "müzik tonların bir verimi" diye
tanımlanır. Ton da şöyle belirlenir: "Duygular içten geldiği zaman ses
halinde kendilerini gösterirler. Bu seslerin bir sıra halinde
konulmasına ton denir." Müziğin varlıkbilimsel özyapısı da şu sözlerle
dile gelir: "Müzik, gök ve toprak arasında bir ahenktir. (...) Müzik
gökten meydana gelir." Bu varlıkbilimsel belirleme, antropolojik bir
özellik kazanır; insanla varlık arasın- da müzik yoluyla bağ kurulur:
"[Müzik], insan tabiatını uygun bir hale getiren bir unsurdur."Tonların
etik bir etkisi vardır. Ahenkle oluşturulan müzik iyi ruhları yönetir,
insanı etkileyen fena tonlar bozuk bir hava yaratır. "İyi tonlar insana
tesir eder ve iyi bir hava yaratır." Müziğin etkisi yalnızca tek tek
insanlarla sınırlı kalmaz, bütün toplumu, hükümetin yönetimini, tüm
ülkeyi, ülkedeki işleri de kapsar. Müzik bozulursa, tüm bu şeylerde
bozukluk meydana gelir.
PYTHAGORAS
Pythagoras
felsefesinde, matematiğin ilkeleri olan sayılar, aynı zamanda varlığın
da ilkeleridir. Sayı varlıksal bir özyapıdadır. Tüm doğada ilk olan şey
sayılardır. Sayılarda armoni özellikleri ve bağıntıları bulunur. Evren
armoni ve sayıdır. Evren, kendisinde egemen olan düzen ve uyum
nedeniyle bir "kosmos" (düzen, tüm-dünya düzeni) olarak adlandırılır.
Hareket eden gök cisimleri belirli aralıklarla ses çıkarırlar.
Aristoteles, Pythagorasçıları kastederek şunları bildiriyor: "Birtakım
kimselere göre bu kadar büyük cisimler hareket ederken ses çıkması
gerekir, zira yığınca denk olmadıkları ne de o hızla yol almadıkları
halde bizim dünyamızdaki cisimlerde de bu görülüyor. (...) Bunları ve
bir de (ayrı ayrı) aralıklara dayanan hızların musikice nispetleri
olduğunu kabullendiklerinden yıldızların çepeçevre dönmelerinden doğan
sesin harmonialı olduğunu söylüyorlar. - (Pythagorasçılara göre) bütün
kosmos'a harmonia, guarte (3:4 oranı), quinte (2:3 oranı), oktave ( 1:2
oranı) hükmeder."Pythagoras müzikteki uyumun tamamiyle sayıya
dayandığını, tellerin ya da borunun uzunluğu ile onlardan çıkan ses
perdeleri arasında matematik bir bağıntının olduğunu bulgulayarak öne
sürer. Bu buluşunu o, yıldızlar, güneş ve ay gibi gök cisimlerinin
yeryüzüne uzaklığına da uygulayarak evrenin uyumlu sesler veren bir
birlik oluşturduğu kanısına varır. Kozmik hareketin bu dönüşüne insan
ruhu da uyar. Bunu Pythagoras insanın hiç şaşmayan bir yasaya uyarak
çeşitli insan ve hayvan biçimlerine ebedi dönüşü olarak anladığı
ruh-göçü öğretisiyle dile getirir. Böylece evren ve insan aynı bakış
açısından, aynı ezeli-ebedi yasaya uyarak kavranmış olur. Ayrıca
Pythagorasçılar, müzikteki ahengin etkilerini de sayıya da-
yandırıyordu. Yerinde kullanıldığı takdirde müziğin sağlığa büyük
yardımı olacağını kabul ediyorlardı. Vücudun temizlenmesi için nasıl
hekimlik sanatı araç ise, ruhun temizlenmesi için de müzik araçtır.
KLASİK YUNAN
Konfüçyüsçülerde
ve Pythagorasçılarda gördüğümüz müziğin bir etki öğretisi olduğu
anlayışı, daha sonra Platon'da ve Aristoteles'te sürerek klasik Yunan
müzik kuramını oluşturur. Bu kuramın çekirdeğini oluşturan bu ethos
(ahlâk) öğretisinin, başka bir deyimle, duyusal etki öğretisinin temel
düşüncesi şudur: Seslerin hareketi ile insan ruhunun hareketlerini,
gizemli bir benzerlik bağıntısından ötürü birbirine bağlayan müzik, ruh
hareketlerini, tutkuları, sevinci ve hüznü yalnızca yansıtmaya değil,
aynı zamanda dinleyicide doğrudan doğruya yeniden meydana getirmeye
yetilidir. Ancak, dinleyicinin ruh yaşamı müzik yoluyla etkilenirse,
böylece bu sanat gizemli bir gücü de ele geçirmiş olur. O, yanlış
kullanılırsa, kötü sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle Platon (İÖ
428/7-348/7), tasarladığı ideal devletinde müziğin yeri üzerinde önemle
durur. Ona göre, devletin en yüksek ödevi, yurttaşlarını erdeme uygun
tarzda eğitmek, yetiştirmektir. O halde sorulur: "Şimdi bu yetiştirme
nasıl olacak?"Yanıt açıktır: "Beden için idman, ruh için müzik"ten
başka yol yoktur. Platon müzik eğitimine söz sanatlarını da dahil eder.
Müzik ile sözün birlikte ele alınışı, sonraki yüzyıllarda da süregelir.
Platon'a göre, "melodi üç şeyin karışımıdır: söz, makam, ritim."1 Söz
konusunda ağlamalara, vahlanmalara yer verilmez. Makam ve ritimin de
sözlere uyması gerekir. Hüzünlü sözlere uyan karışık Lydia, uzun Lydia
ve benzerleri, gevşek olan çözük denilen Ionia ve Lydia makamları
yurttaşları gevşek, sarhoş, tembel yapacağından devlete
sokulmayacaktır. Kabul gören makamlar ise, biri savaş, diğeri barış
zamanındaki yaşama uygun biri sert, diğeri yumuşak iki makamdır. Sazlar
da buna göre seçilir. Her türlü makamı çala- bilen telli sazlara izin
verilmez. Yalnızca lyra, kithara bir de kırlarda çobanların çaldığı
kavala bu devlette yer vardır. Ritmler de aynı ölçüye göre
değerlendirilir. Değişik, çok çeşitli ritimler istenmez; "hem yiğitçe
hem de ölçülü bir hayata uygun olanları" benimsenir. Bütün bunlardan
amaç, müzik eğitimi sayesinde yurttaşların iyi bir insan olarak
yetiştirilmesidir.ll Görül- düğü gibi Platon'da sanat ve müzik, tamamen
insanda bıraktığı duyusal etkiye göre etik açıdan değerlendirilir,
estetik kaygılar gözardı edilir.
Aristoteles
(İÖ 384-322) de sanatı ve müziği aynı açıdan görür. Onun, müzik ve
trajedi yoluyla dinleyicinin ruhunun kötü duygulardan temizlenmesi diye
tanımlayabileceğimiz katharsis (temizlenme, arınma) öğretisinde temel
kaygı etiktir: "Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku
duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir." İzleyici, sahnede
canlandırılan bu tür duygular veren olaylarla özdeşleşmek suretiyle,
kendi içinde bulunan aynı tarz duygular dışarı çıkar, böylece onlardan
kurtulmuş olur. Aristoteles, müziği tragedyanın önemli bir öğesi olarak
görür. Başka bir yerde de o, müziğin ruh eğitiminde, hoş vakit
geçirmede, tinsel tat almada oynadığı rol üzerinde durur. Ritim ve
melodilerle çeşitli ruh hallerinin yansıtıldığını söyler. Bunların
dinleyicide duygusal bir değişiklik meydana getirdiğini dile getirmekle
Aristoteles, müziğin duyusal etki öğretisini benimser.
Ton
tarzlarının ve cinslerinin etik öğretisinin geç Yunan müzik kuramında
daha sonraki gelişimi de aynıdır. Bu durum, etiğinin dinsel-mistik
genel gelişim yolunda geç antik ve erken Hıristiyan döneme uygun düşer.
Ne ki müzik, erken ortaçağda etiğin hizmetinde olmak yerine dinin
hizmetinde rol almakla ancilla ecclesiae (kilisenin uşağı) damgasını
alır. Anımsanmalıdır ki, tüm ortaçağ boyunca, dinsel dogmaların akılla
kanıtlanması ödevini üstlenen felsefe de ancilla theologiae (ilâhiyatin
uşağı) diye adlandırılır. Müzik Yunan'da etiğin hizmetinde iken
ortaçağda dinin hizmetine girer.
Cicero'nun
bir çağdaşı olan Philodemus (İÖ 110-40) ve daha sonra ünlü septik
Sextus Empiricus (İS 200-250), Pythagorasçı, Platoncu, Aristotelesçi ve
Stoacı öğretilere karşı yıkıcı bir eleştiriye yöneldiler; seslerin
hareketleri ile ruhun hareketleri arasında içsel bir bağıntının
bulunduğu biçimindeki duyusal etki öğretisinin temel görüşünün yalnızca
bir kanı (doxa) olduğunu söylediler. Onlara göre, tonlar, kendi
başlarına ıuhun hareketlerini tek yönlü olarak meydana getirmeye veya
yeniden yansıtmaya yetili değillerdir. Müzik, tonların bir oyunundan
başka bir şey değildir. Tonlar ve ton kombinasyonları, işitmenin
dolaysız tat alımından başka bir ereğe sahip değildir. Bu kuramın
izleri, modern felsefede Kant'ın müzik estetiğinde görülür. Müzik
estetiği hakkında septiklerin önemi, onların duyusal etki öğretisinin
olumsuz bir eleştirisini vermelerindedir. Onların bu oyun kuramının
olumlu ilk adımları, biçimselci bir müzik estetiğinden henüz uzaktır.
Kendi başına ne antik duyusal etki öğretisi henüz bir içerik
estetiğidir ne de septiklerin oyun öğretisi bir biçimsel estetiktir.
Ömer Naci Soykan
Cogito